Dar ağaci / La potence

3 septembre 2013

Temps de lecture : 2 minutes

[dewplayer:/histoiresvraies/files/2013/09/L2C_478_Sami_Mentes_histvraieorig.mp3]

Story in Turkish:

Dar ağaci

Babam yaklaşık sekiz yaşlarındayken, o ve ailesi Edirne’nin küçük bir kasabasında oturuyorlarmış. O zamanlar bütün ailenin topladığı bir kurban bayramı gününde babam ve kuzenleri ararlında bir oyun üretmeye karar vermişler. Babamın söylediğine göre zamanın çok büyük bir kısmında dışarıda oynadıkları için ailelerinin gözü önünde değillermiş ve bu da oynadıkları oyunları çok daha tehlikeli kılıyormuş.

O gün, babamlar yer olarak eski terk edilmiş bir evin bahçesini seçiyorlar. Bu bahçede kocaman bir ağaç ve dalında asılı bir ip var. O zamanlarda Amerikan western filmleri çok yaygın olduğu için de bir ağaç ve ip onlara bir darağacını anımsatıyor.

Bu darağacı fikrinden sonra babamlar hemen bir oyun üretiyorlar ve kendi aralarında hırsızlar ve şerifler olmak üzere ikiye ayrılıyorlar. Şeriflerin görevi hırsızları kovalamak ve hırsızlar da oyunun sonunda sırayla bu iple asılma taklidi yapıyorlar.

Sıra babama gelince, babam sandalyeye çıkıyor, ipi boynuna alıyor ve tam o sırada kuzenlerinden biri amerikan filmlerinden birinde gördüğü gibi sandalyeye tekme atıyor. Ve birden bire taklit, oyun gerçeğe dönüşüyor. İpte asılı kalan sekiz dokuz yaşlarında bir çocuk çırpınmaya başlıyor.

Ev kadar eski olan ip ise bir iki dakika ardından kopuyor ve babam yere düşüyor. Tabi babam için atlatılması gereken bir sıkıntı daha var; ailesi. İpte yaklaşık iki dakika asılı kaldığı için babamın boynunda kocaman bir iz kalmış ve büyük babamlar gördükleri gibi neler olduğunu anlamışlar. Arkasından büyük babamlar bu izin yanlış anlaşılmaması için okula ne diyeceklerini düşünmeye başlamışlar. Sonunda yaka kesti demeye karar vermişler fakat babamın dediğine göre bu söylediklerine kimse inanmamış.

Histoire en français :

La potence

Quand mon père était petit, sa famille habitait dans un petit village d’Edirne. Il avait presque huit ans. C’était un jour de Kurban Bayramı (un mois spécial pour les musulmans où toute la famille se rassemble). À cette époque, les enfants jouaient dehors donc la plupart du temps ils n’étaient pas avec leurs parents et cela rendait les jeux plus dangereux.

Pourtant, mon père et ses cousins décident d’aller jouer dehors et choisissent le jardin d’une vielle maison où il y a un grand arbre avec un ficelle qui pend d’une branche. Et comme ils adorent les films de westerns américains qui étaient très populaires, un arbre et une ficelle pendue suggère l’image d’une potence à leurs yeux.

Dans le jeux qu’ils créent, il y a deux groupes; un groupe des shérifs dont le but est d’attraper les voleurs et un groupe des voleurs qui seront exécutés sous cet arbre-là.

Mon père est dans le groupe des voleurs alors son tour viens. Il monte sur la chaise, il attache la ficelle à son cou, il sourit car c’est seulement un jeu et à ce moment-là, l’un de ses cousins vient et frappe la chaise comme il l’a vu dans l’un de ces films américains. Et tout d’un coup, l’imitation, la blague est devenue la réalité. Un enfant de huit ans, pendu à l’arbre, essaye de respirer.

Heureusement, comme la ficelle est vieille, il tombe par terre. Mais tout de suit apparaît un autre problème; sa famille. Car deux minutes après cet événement, il est resté une trace de corde sur son cou.

Quand mon père rentre chez lui, à cause de cet trace-là sa famille comprend tout de suite ce qui s’est passé. Et que dira-t-il à l’école ? Ses professeur lui demanderont ce qui s’est passé et si mon père n’aura pas une bonne raison, ils penseront que ses parents le maltraitent. Et alors ils décident de dire que c’est son col d’uniforme qui a abimé son cou. Mais à ce qu’il m’a dit, personne n’y a cru.